Sosyal Ağlar ve Kullanım Arızaları

by Pınar Kabil

 İnsanoğlu doğumdan itibaren belki kendi arzularıyla belki de dış etmenlerin etkileriyle, kendilerine birçok ağ kurarlar. Ya yeniden oluşur bu ağlar ya da daha önceden birilerinin vasıtasıyla oluşmuş olan ağların birer üyesi olmak kaçınılmazdır. Peki nedir bu ağlar? Bize kattıkları, bizden götürdükleri nelerdir? İyisiyle kötüsüyle masaya yatırıp teşhisini koyalım.

Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi ilan etmesi ve insanların zorunlu olarak evlerine kapanmasıyla birlikte sosyal medya, kullanıcıların olduğu kadar markaların ve kurumların da dış dünyaya açılan penceresi haline geldi. Bu süreç sona erdiğinde dijital teknolojilere daha bağımlı ve bağlı bir hale geleceğimiz kesin gibi.

 

İnsanların birinci olarak içine girdikleri networkü ‘Aile Ağı’ olarak adlandıralım. Bu ağın bir bileşeni olmak sizin tercihlerinizle değil, statik IP almak gibi otomatik olarak oluşur. Ailesel ağlarda genelde iki hizmet verenin yanında, küçük çapta terminaller şeklinde bir hayat yaşanır. Bu network zamanla hiçbir güncellemeye gerek kalmaksızın yıllar boyu aynı hızla sürüp gider. Siz her zaman bu networkün bir bileşeni olarak ömür boyu yerinizi alırsınız. Tam bu arada tanışacağınız sanal sosyal medya ağları ile onlarca ağ üyeleri, gerçek olmayan bir bulut içerisinde birbirleri ile iletişime geçmeye ilk adımı atarlar. Her ne kadar aile ağının yönetim kadrosu, bu ağlara girişte her tür engeli koymaya çalışsalar da bir şekilde kendileri dahil tüm bireylerin bu ağın girdabına isteyerek bilinçli şekilde giriş yaptıklarının önüne geçemezler.

Biz aslolan gerçek Networklerimize dönüş yapacak olur isek; Ailesel Networkün ardından, kendi özgür iradenizle kuracağınız ağa ‘Eğitim ve Okul Ağı’ diyelim. Bahsedilen kendi özgür iradeniz aslında tam özgür sayılmaz. Oturduğunuz muhit, ebeveynlerinizin seçmiş olduğu eğitim kurumu vs.  bu ağın diğer bileşenleriyle sizi karşılaştırır. Ancak sizin artık seçme hakkınız vardır. Ortamına girdiğiniz okulda yüzlerce öğrencinin arasında, kendi karakterinize en uygun olanıyla frekans uyumluluğu hissettiğiniz anda sizi kimse tutamaz ve siz onunla arkadaş olursunuz. Anneniz babanız, seçmiş olduğunuz arkadaşı kimi zaman tasvip etmeseler bile, sizin seçiminiz her şeyden üstün olduğunu kabul eder ve içine girdiğiniz bu Networkü genişletme ve geliştirme çalışmaları yıllar boyu sürer gider.

Eğitiminizi tamamlayıp artık çalışma hayatına atılacağınız zaman ise, adına ‘İşsel Ağ’ diyeceğimiz artık Lokal (LAN) değil, Geniş ağ (WAN) olacak bir ağın bileşeni olursunuz. Bu ağda her türden bileşen bulmak mümkündür; bir bakmışsınız çift işlemcili çok akıllı iş istasyonları var, bir bakmışsınız daha az gelişmiş iş istasyonları aynı ağ üzerinde, öte yandan wireless bağlanan dizüstü iş istasyonları özgürce bu ağda dolaşabiliyorlar. Bu ağda birden çok Sunucu (Server) bulmak mümkün. Bu ağa bulaşınca artık kopmak o kadar da kolay olmaz. Bundan sonraki ağlar tamamıyla sizin İşsel Ağ’daki konum ve mevkiinizle, kazancınızla direk alakalı olarak gelişen ağlar olacaktır. Örneğin ‘Gerçek Sosyal Ağ’ olarak adlandırdığımız ağda çeşitli kulüplere üye olmak, sportif faaliyetlere katılmak vs. tamamıyla sizin kaynaklarınızla doğru orantılıdır.

Hayatınızın en önemli ağı bence ‘Eşsel Ağ’ olarak adlandırılır. Eşsel Ağ, aslında bir kadın bir erkekten oluşan küçük çaplı bir ağdır. Ağa bileşen olan kişiler, bazen eğitim ağı üyesiyken, bazen işsel ağ üyesiyken, çok nadir de olsa bazen aile ağı üyesiyken kazanılan çevre ile oluştururlar.  Hangi yol ile oluşmuş olursa olsun, çok iyi tercihler yapılmalı ki; uzun yaşayabilen, daha sonraları güncellenme gereksinimleri duymayan, hız ve uyum sorunlarıyla karşılaşılmayacak bir ağ oluşsun. Bu ağ aslında iki kişiyle oluşan bir ağ olarak görünse bile, ağın her bir bireyinin, bundan önceki bireysel olarak oluşturdukları ağların diğer fertleri de eşsel ağın birer üyesi olurlar. Aslında göründüğünden çok daha karmaşık ve geniş olan bu ağ, sosyal medyanın içine girdikten sonra, majör sorunlar ile tanışacaktır.

KUŞAKLARIN SOSYAL AĞLARLA SINAVI

Buraya kadar anlattıklarımızda elle tutulur bir hayal kurdunuz öyle değil mi? Şimdi tüm bu ağları saran adına ‘Sanal Ağ’ denilse de gerçekliğin üzerine geçmiş, hatta tüm gerçekliğimiz olmuş sanal sosyal medya ağlarına gelelim. Bugüne kadar oluşturduğun her ağı direk olumlu veya olumsuz etkileyecek bu ağ, her kuşağı da farklı derinlikte etkiliyor. Örneğin Bebek Patlaması kuşağı sosyal ağları çok kullanamadığı için en az etkiye maruz kalıyor. X kuşağı sosyal ağları yönetebilirse olumsuz etkilerinden çok, olumlu etkilerini hissedebiliyor; ancak yapılan araştırmalar X kuşağının sosyal medyanın olumsuz etkilerinden en çabuk etkilenen ve yoldan çıkmalarına neden olduğu gözlemlenmiş. Yeni nesil Y ve Z kuşakları ise bu ağın dışında bir hayatın varlığını bile bilmediklerinden, normal olanı bu ortam olarak kabul ediyorlar. Amerikalı psikolog Abraham Maslow tarafından 1943 yılında yayınlanmış ihtiyaçlar hiyerarşisi üçgeninin güncel sürümünde, birinci sırada ihtiyaç olarak, yeme içme ile aynı öncelikte Wi-fi ve Sosyal Medya yer aldığı günlerdeyiz artık. İnternetsiz bir hayatı hayal etmek bile insanın nefes darlığı çekmesine, tansiyonunun yükselmesine neden olabiliyor.

HEPSİ BİR AVUÇ DOPAMİN SALGILAMAK İÇİN

Makul düzeyde yenilen ve içilen her yiyecek ve içeceğin, vücudumuzun ihtiyacı olduğu gerçeği gibi, internet ve sosyal ağların da kabul edilebilir düzeyde kullanımının, hayatı kolaylaştıran olumlu bir ihtiyaç olduğunu söylemek doğru olacaktır. Sorun, aşırıya kaçılınca ortaya çıkıyor zaten. Önüne konulan her şeyi seçmeden yiyen ve yeme eylemine hiç ara vermeden devam eden bir kişinin sonunun obez olacağı gerçeği gibi saatlerini ekran karşısında geçiren ve internetin derinliklerinde boğulan, seçmeden ona sunulan ortamlarda zamanını geçiren, fiziksel aktivitelerini hiçe sayan bir kişinin sonunun da bedenen ve zihnen hastalıklı olma ihtimali olabileceğini söylememiz mümkün. Her iki durumda da insan, olmak istediği kişi profilini tercih edecek ve artık gerçek bedenini terk edip, sanal alemde olmak istediği avatar görüntüsüyle yaşamına devam etmeyi ve kendini ifade etmeyi seçecektir. Ne için? Hepsi bir avuç dopamin salgılamak için.

OLAYIN BOYUTUNA İSTATİSTİKSEL BAKIŞ

We Are Social 2020 raporuna göre Türkiye’de 62 milyon internet kullanıcısı yani Türkiye nüfusunun %74’ü, 54 milyon sosyal medya kullanıcısı yani Türkiye nüfusunun %64’ü, 77 milyon mobil kullanıcısı yani Türkiye nüfusunun %92’sini oluşturmaktadır. Bu kullanıcılar günde ortalama olarak 7,5 saat internette vakit geçiriyor. İnternette geçirilen sürenin dünya ortalaması günlük 6 saat 43 dakika, 16-64 yaş arası kişilerin internet kullanım süresine bakıldığında, Türkiye’nin 42 ülke arasında 12’nci sırada yer aldığı araştırmalarda görülmüş.

Yine Maslow’u anmadan geçemeyeceğim. Der ki piramidin en tepe noktasında, insanın kendini gerçekleştirmesi vardır. Peki, insan gerçek hayatta birtakım nedenlerden ötürü kendini gerçekleştirmekte zorluk çekiyorsa ne olur? Sanal bir gerçeklik ile bedenlerini kullanmadan, diledikleri kimlikleri edinerek sosyal gerçekliklerini ileri seviyede yaşatabilecekleri bir ortam ararlar. Bu onlar için hayatlarında erişebilecekleri en uç mutluluk noktasıdır. Düşünsenize ayaklarını kullanmadan dünyayı gezebiliyor, bedenleri olmadan dilediği kadınla /erkekle iletişime geçebiliyor, her tür sosyal ihtiyacını orada giderebiliyor. Binlerce insanla birlikte, ama yalnız olduğunun farkında değil. Abartılmış bir gerçeklik takınarak kendini olduğundan güzel, karizmatik, zayıf gibi idealindeki kendi avatarını yaratıp, kendini eve hapsediyor, kullandığı tek uzvu, klavye tuşlarına basan parmakları ve beyninin küçücük bir bölümü. Yarattığı kendini o kadar çok beğeniyor ki Adeta sosyal medyasına bağımlı yaşamayı seçen kahramanımızın yolculuğu sanal alemde sürüp gidiyor, olası bir bağlantı sorununda ise ileri seviye bir anksiyete geliştirebiliyor.

İSMİ SOSYAL MEDYA AMA ETKİSİ YALNIZLAŞTIRMA

Günümüzün en popüler sosyal ağı olan Instagram, 2010 yılında Kevin Systrom ve Mike Krieger tarafında kurulduğunda, bugün bir milyonu aşan kullanıcı sayısı ve bir milyar dolarlık bir firma olacağını hayal etmişler miydi acaba?  We Are Social, 2020 raporunda yayımlanan bilgiye göre Türkiye’de 38 milyon kullanıcısı var. Dünya nüfusunun ortalama %77’si sabah kalktıklarında ilk olarak ve akşam yatmadan önce son olarak sosyal medyaya özellikle Instagram paylaşımlarına bakıyor.  Tabi şunu da kabul etmek lazım ki görsel bir çağda yaşıyoruz. Instagram bu anlamda bireysel ve kurumsal olarak, marka bilinilirliği arttırma, sosyal networklerde görünür olma ve olmak istediği kendini yaratıp bu kimliği ile var olmayı imkanlı kılıyor.  Doğru kullanıldığında çok kısa bir süre içerisinde istenilen hedef kitleye ulaşmanıza imkân veren platform, aşırı kullanımında birçok kişilik bozukluklarına sebebiyet verebiliyor. Örneğin; artan yalnızlık, narsistlik duygusu, empati duygusundan uzaklaşma, gerçek hayattaki arkadaşlıklarda başarısızlık gibi birçok kişilik bozukluklarına altyapı oluşturabiliyor.

TEKNOLOJİ LIDERLERİ ÜRETTİĞİNİ TÜKETMİYOR

Dijital dünyanın gidişatına yön veren dünyanın teknoloji devleri, tüm bunların aksine sosyal medyadan uzak hayat yaşamayı tercih ediyorlar. Örneğin Iphone üreticisi dünya devi Apple’ın eski Ceo’su Steve Jobs’un çocuklarına 14 yaşına gelene dek cep telefonu almadıkları biliniyor. Aynı durum, Microsoft firmasının eski CEO’su Bill Gates’in çocukları için de geçerli. Dijital dünyanın devleri teknolojiyi iş yapış akışlarına entegre ederken, özel hayatlarından olabildiğince uzak tutmayı tercih ediyorlar. Örneğin, yapmış olduğu iş hacmi ile dünya ekonomisinin omurgasında yer alan, internet trafiğinin yüzde seksenini yöneten, merkez ofisinin bahçesindeki çimleri biçmek için çim makinası alacağı yerde, ikiyüz adet koyunu işe alan, dünyanın çeşitli yerlerindeki  rengarenk, adeta bir oyun parkına, bazen bir prenses odasına benzeyen ofisleriyle her zaman en tepelerde yer alan Google’ın CEO’su  Eric Schmidt der ki “Sosyal medyada  uzun süre hedefsiz şekilde  başkalarının hayatlarını seyretmek hafızayı öldürüyor. Hafızayı en çok besleyen şeyin kitap okumak ve en az sekiz saat uyumaktan geçtiğini ekliyor. Dijital minimalist hareketlere çarpıcı bir başka örnek ise Amerika’da teknoloji devleri Apple, Google, e-Bay, HP gibi firmaların yöneticileri, çocuklarını teknolojiden uzak eğitim vermeyi ilke edinen Waldorf School of the Peninsula adlı okula gönderiyor. Bu okullarda çocuk sekizinci sınıfa kadar teknoloji kullanamıyor, kitap okuyor, kara tahtada tebeşir ile yazıyor, oyuncaklarını tahtalardan kendi dizayn edip, bahçede bitki yetiştirmeyi öğreniyor ve örgü örüyor.  Pandemi sürecinde onlar da uzaktan eğitime geçmek zorunda kalmalarına rağmen, teknolojiyi sadece bir iletişim aracı olarak bu süreçte sosyal mesafe dolayısıyla kullanmak zorunda olduklarını izah ederek, evlerinin bahçelerinde sebze yetiştirmelerini sağlayacak yöntemler kullanarak uzaktan eğitim veriyorlar. Bu ne demek? Başka türlü bir hayat mümkün!

HERKES BİR GÜN DİJİTALLEŞMEYİ TADACAK AMA NASIL

Pandemi süreci herkese bir gün dijitalleşmeyi tadacaksınız dedirtmiş olabilir elbette ki. Peki dijitalleşmek ne demek? Dijitalleşmek demek, sosyal medyayı uzun süreli kullanmak, bağımlı şekilde onsuz olamamak ile karıştırılmamalı. Teknolojinin insanlığa getirmiş olduğu fırsatlar, kolaylıklar sonuna kadar yine insanların daha iyiye daha doğruya ve mutlu üretken olmalarına, gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakmalarına olanak sağlayacaktır. Bilinçli aileler, akıl ve ruh sağlığı uzmanları, insan mühendisliği yapabilecek hekim kadrosu, dijitale ne kadar doğru ve bilinçli yaklaşırlarsa, toplumların gelecek sağlıklı ömürleri de o kadar başarılı olabilecektir. Facebook’un kurucusu Sean Parker bir konferansında, sosyal medyanın bilinçli bir şekilde zamanımızı ve dikkatimizi tüketip, zihinsel gücümüzü yönetme algoritması kurularak üretildiğini itiraf ediyor. Sosyal olarak onaylanmak ya da geri bildirim almak üzerine kurulu bu sistemin insan psikolojisindeki bir zafiyeti hacklemekten farkı olmadığını söylüyor. Görünen o ki modern teknolojinin alışkanlık yaratan bir doğası var ve bu işin içerisinde olanların da uyuşturucu satıcılarından aşina olduğumuz: “sattığın malı kullanma” ilkesiyle hareket ettiklerine göre bildikleri bir şey var.  Bunu bir düşünün isterseniz….

Saygıyla,

H.P.Kabil

 

Yıldız Teknik Üniversitesi Matematik&Network Mühendisliği Bölümünden mezun oldu. Üniversite yıllarından itibaren çalışma hayatındaydı. Önce bilgisayar programcılığı sonra Network mühendisliği ,akabinde tecrübelerini birleştirdiği ekip arkadaşları ile kurucusu olduğu şirkette Güvenlik Sistemleri konusunda projeler üretti.. Yaşam Boyu Öğrenme prensibiyle herdaim kendine uygun eğitimler ile hep güncel versiyonunu kullanmayı tercih etti. ICF ( International Coach Federation) onaylı eğitmen oldu ve yüzlerce kişi yetiştirdiği ve bundan sonra da yetiştireceği @pinarkabilakademi 'yi kurdu. Dijital Dönüşüm, Liderlik, Beden Dili, Networking, Satışta Ustalaşma, Proje Yönetimi, X,Y,Z kuşakları arasındaki Dijital Çatışma, Geleceğin Meslekleri, Geleceğin Çalışma Şekilleri gibi eğitimler ile birçok kişi ve kuruluşa yol açıp koşmalarını sağladı, sağlayacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Top